Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
 


 

 Türkiye’nin Din Eğitimi Süreci

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
SmiLadon
Yeni Üye
Yeni Üye
SmiLadon


Mesaj Sayısı Mesaj Sayısı : 45
Paylasım Gücü Paylasım Gücü : 113
Kayıt tarihi Kayıt tarihi : 09/06/10

Türkiye’nin Din Eğitimi Süreci Empty
MesajKonu: Türkiye’nin Din Eğitimi Süreci   Türkiye’nin Din Eğitimi Süreci EmptyÇarş. Haz. 09, 2010 7:35 pm

Türkiye’de din eğitiminin seyri Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile çizilmiştir. Eğitim alanında kendinden sonra çıkarılan bütün kanunlara esas teşkil eden Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bu alandaki kurumların yanısıra verilecek eğitimin de tek elde toplanması ve tek tip olması öngörülmüştür. Tevhid-i Tedrisat hakkında Saruhan Mebusu Vasıf bey ve 57 arkadaşının imzasını taşıyan kanun teklifinin gerekçesindeki şu ifadeler, bu duruma açıklık getirmektedir: “Bir millet efradı ancak bir terbiye görebilir. İki türlü terbiye bir memlekette iki türlü insan yetiştirir. Teklif-i kanunimizin kabulü takdirinde Türkiye Cumhuriyeti dahilinde ve bilumum irfan müessesatının mercii umumiyesi Maarif Vekaleti olacaktır.” Kanunun kabulünden bir yıl sonra Muallimler Birliği Toplantısı’nda konuşan İsmet İnönü, tavırlarında bir değişiklik olmadığını yinelemiştir: “TBMM kararını verdi. Tedricen varılacak muazzam gayeleri tacil etmek inkılap yapmaktır... Bunu yapmak için ariz-amik düşündük. Gördük ki başka hiçbir çare yoktur. Gördük ki bütün dünyanın yolu bu yoldur. İtilaya ve medeniyete eren milletler hep bu yoldan giderek bugünkü seviyelerini buldular. Mügalatalara, tavizlere boyun eğmek itiraf-ı acz olurdu. İnkılaplar kadir ve kahirdir.” Konuşmasında, 10 yıl sonra her şeyin çok farklı olacağının altını da çizen İnönü, “O fiili tecelliye kadar biz bu hakikati kanunen, cebren, inkılapla telkin ve tatbik edeceğiz” demeyi de ihmal etmemiştir. Tek parti döneminin son Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banuoğlu da Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na şu anlamı yüklüyor: “Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun manası, ruhu şudur: Türkiye’de bundan böyle bir tek umumi tahsil müessesesi, bir tek mektep yaratmak, bir tek terbiye vermek ve bir tek zihniyet sahibi insanlar yetiştirmek, bu sayede de bir tek bütün millet meydana getirmek”



İnönü’nün konuşmasının üzerinden daha birkaç yıl geçmeden, dini eğitim açısından Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu eleştirenler haklı çıkartılmıştır. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na göre açılan İmam Hatip Mektepleri (1929) ile Darülfünun İlahiyat Fakültesi (1933) kapatılırken (bu iki müessese din ve dini eğitimle yakından ilgili olmakla birlikte, bu çalışmanın dışında tutulmuştur); diğer okullarda da 1931 yılında son verilen dini eğitime, 1949 yılına kadar bir daha izin verilmemiştir.



İlginç olan, yasaklı yıllarda, din eğitiminden önce, “gençlerdeki ahlak buhranı” nedeniyle, ahlak eğitiminin tartışmaya açılmasıdır. Milli Eğitim Şurası (MEŞ) adıyla (daha önceleri Heyet-i İlmiye) ilk olarak 1939 yılında yapılan toplantıda, çocukların ve gençlerin ahlakı üzerinde genel hatlarıyla durulurken, 1943 yılandaki ikinci MEŞ toplantısında “Okullarda ahlak eğitiminin geliştirilmesi” ve “ilkokullarda bu ilkelerin gerçekleştirilmesini sağlayacak tedbirlerin düşünülerek programa alınması” konusu ağırlı olarak ele alınmıştır. Şura’yı açan dönemin Başbakan’ı Şükrü Saraçoğlu, hazır bulunan üyelere “heyetiniz bu defa milli kültürümüzün ahlak, dil ve tarih alanlarını tetkik edecektir” dedikten sonra, çalışmaları sırasında kendilerine yön verecek bazı hatırlatmalarda bulunmuştur: “Atatürk’ün ve İnönü’nün yarattığı inkılabı ve hamleleri daima gözönünde tutmak”, “Alacağınız kararların Türk çocukları ve Türk cemiyeti için olduğunu daima hatırda tutmak”, “Ahlak kaidelerinde çok darlığın kısırlığı, çok genişliğin çöküntüye götüreceğini hiçbir vakit unutmamak”Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Şura’daki konuşmasında nasıl bir insan istediklerine karar vermeleri gerektiğini belirtirken, “Ahlak Komisyonu Başkanı” olarak konuşan Akil Muhtar Özden ise, doktrin münakaşası yerine “Sadece kime iyi kişi, iyi Türk, iyi insan denilebileceğini” araştıracaklarını söylemiştir. Sözkonusu resmi toplantılar ve sonrasında hazırlanan metinlerde, dini terimlerin kullanılmasına karşın, din ve din eğitiminden 1947 yılına kadar hiç bahsedilmemiş olması, dönemin siyasi koşulları açısından hayli anlamlıdır.



Çok partili hayata geçildikten sonra, Temmuz 1947’de, dönemin siyasi koşulları açısından şeklen “lüks” denebilecek bir uygulamada karar kılınmak suretiyle din eğitimi yasağı kağıt üzerinde kaldırılmıştır. Bu tarihte Milli Eğitim Bakanlığı, “Din Eğitimi ve Öğretimi Ana Hatları” başlığıyla bir genelge yayınlayarak, okulların dışında özel dershaneler açmak suretiyle din eğitimi verilebileceğini duyurmuştur. Bakanlık konuyla ilgili genelgesinde, CHP Divanı’nın, çocuklarına “İslamlığın esaslarını öğretmek isteyen yurttaşların ihtiyaç ve dileklerini” inceleyerek “Bu dileklerin Türk devriminin ve T.C. rejiminin vicdan hürriyeti ve laiklik prensiplerinin zaruri kıldığı şekil ve şartlar altında yerine getirilebileceğini, bu şekil ve şartları tayin etmenin de hükümet yetkilerinin arasında bulunduğunu tespit” ettiği ifadelerine yer verilmiştir. “Din bilgileri dershaneleri” açmanın izne tabi olduğu, buralara gitmek için gitmek için ilkokulu bitirmenin gerektiği ve isteğe bağlı olduğu; hükümetin belirleyeceği programın dışında öğretim yapılmayacağı, ancak Türkçe yazılmış kitapların okutulacağı ve Kur’an surelerinin Türk harfleriyle yazılmış bulunacağı vs şartlar yine genelgede belirtilmiştir. Bakanlık, sözkonusu genelgede, “Din bilgileri dershaneleri”nde okutulmak üzere hazırlanacağını duyurduğu kitabı, Haziran 1948’de “Müslüman Çocuğunun Kitabı” adıyla 25.000 adet basmıştır. Böylelikle devletin, ilerde birçok örneğini göreceğimiz, bir “din dersi kitabı” olmuştur. Ne var ki, kitabın basımıyla birlikte, eleştirilerde yükselmiştir. Banguoğlu’nun sonradan itiraf edeceği üzere kitaba, din yerine “biraz devrimcilik biraz da dervişlik karıştırılmıştı.” Yükselen eleştiriler üzerine (tek particiliğin sona erdiğini unutmayalım), kitap nedeniyle üzüntü duyduğunu belirten Başbakan Hasan Saka, kitabın din dersi kitabı olarak okutulmayacağını açıklamak durumunda kalmıştır. Sonuç olarak, kitap okutulmadığı gibi, “Din bilgileri dershaneleri” de gerçekleşmemiştir; ancak, tartışmalar da bitmek bilmemiştir.



1949 yılına gelindiğinde, Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu imzasıyla valiliklere gönderilen bir genelgede “15 Şubat 1949 tarihinden itibaren ilkokullarımızda ihtiyari olarak din dersleri gösterilecektir” denilerek din eğitimine başlanacağı resmen duyurulmuştur. Buna göre, ilkokulların 4. ve 5. sınıflarına (o sıralarda nüfusun büyük çoğunluğu köylerdeydi ve çoğu köyde de ilkokul üç yıldı) haftada birer saat, isteğe bağlı olarak konan din derslerinin, sınıf geçmeye etkisi olmayacağı belirtilmiştir. Banguoğlu’nun sonradan kaleme aldığı “Kendimize Geleceğiz” adlı kitabında da belirtildiği üzere, okutulacak kitaplar Diyanet İşleri Başkanlığı’na yazdırılarak, 1949 yılı ders döneminin başına yetiştirilmiştir. “Türkiye’de Din Eğitimi” adlı kitapta, 1949-1950 öğretim yılında ilkokulların dördüncü ve beşinci sınıflarında okuyan 414.447 öğrenciden “ihtiyari” din derslerine devam etmeyen öğrenci sayısının 2797’sini Müslüman, 3002’sinin de gayri müslimlerden oluştuğu kaydedilmektedir.



Daha ilk yılda, isteğe bağlı din eğitiminin bu denli kabul görmesi, kuşkusuz, 1931 yılında başlatılan yasağın bir sonucudur. Bu durum aynı zamanda, devletin konuyla ilgili politika değişikliğine de işaret etmektedir. Bu tarihlerden itibaren din öğretimine, hiçbir zaman 1930’lu yıllardaki gibi yaklaşılmamaya başlanmış ve o yıllardan uygulamaya konan “sınırlı din dersi denetimi” varlığını, 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte “sıkı din dersi denetimine” bırakmıştır. Ancak bu, bir anda olmamıştır.



14 Mayıs 1950 seçimleriyle birlikte, din eğitim alanında birtakım yeni düzenlemelere gidilmiştir. MEB’in 7 Kasım 1950 tarihli genelgesiyle, din dersleri köy okullarında da uygulamaya konmuş, program kapsamına alınmış ve çocuğuna bu dersin verilmesini isteyenden değil de istemeyenden dilekçe istenmeye başlanmıştır. 1953 yılında, haftada bir saatlik din dersleri öğretmen okullarının dokuzuncu ve onuncu (Lise 1 ve 2) sınıflarında zorunlu hale getirilirken, bundan üç yıl sonra 1956 tarihinde, ortaokullarla dengi diğer okulların birinci ve ikinci (6 ve 7.) sınıflarında, velisinden dilekçe getirenlerin dışındakilere verilmeye başlanmıştır. Sözkonusu dersin lise ve dengi okulların birinci ve ikinci sınıflarında okutulmasına 1967 yılında başlanırken, ortaokullarla liselerin son sınıflarını da kapsar hale getirilmesi 1976 yılını bulmuştur.



Tüm bunlar olup biterken, dersin zorunlu bir şekilde okutulması da gündemdeki yerini almıştır. Ancak, devlet seçkinleri, bunun için, rejimin yeniden şekillenmesinin başlangıcı olan 12 Eylül darbesi ve sonrasındaki anayasasını beklemişlerdir. Zorunlulukta öncelik, din dersinden önce tartışmaya açılmasına rağmen, geri planda kalan ahlak dersine tanınmıştır.



1940’lı yıllarda ahlak dersi üzerine yoğunlaşan tartışmalar, 1974 yılında hükümet programına yansımış ve burada şu ifadelere yer verilmiştir: “Çocuklarımıza, töre ve geleneklerimizle milli hasletlerimize uygun ahlak kaidelerinin öğretilmesi gayesiyle ilk ve orta öğretime mecburi Ahlak Dersleri konulacaktır.” Haziran 1974’de alınan bir kararla da ahlak dersi, ilkokul dördüncü, beşinci; ortaokul altıncı, yedinci, sekizinci; lise ve dengi okullarda da dokuzuncu ve onuncu sınıflarda birer saat, zorunlu ders statüsünde verilmeye başlanmıştır. 1982 yılına kadar din dersinden ayrı bir ders olarak okutulan ahlak dersi, 1982 Anayasası’ndan önce (18 Şubat 1982’de) Milli Eğitim Bakanlığı’nca, din dersi ile birleştirilmiş ve bu müşterek derse “Din ve Ahlak Bilgisi” denmiştir. Bundan yedi ay sonra 18 Ekim 1982 tarihinde kabul edilen ve halen geçerli olan 12 Eylül 1980 askeri darbesi anayasasının 24. maddesiyle de bu birliktelik için “Din Kültürü ve Ahlak Öğretimi” adı uygun görülmüştür.



1980’ler itibarıyla, Türkiye’nin sosyal ve siyasal alanda “resmi din” tezine geçişinin en son ve en somut simgesini aralayan zorunlu din dersi öğretimi, 1982 Anayasası’nın 24. maddesinde şu şekilde yer almıştır: “Din ve ahlak eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında okulun zorunlu dersler arasında yer alır.” Bu ifadelerin anayasada yer alabilmesi için çok uzun tartışmalar yaşanmıştır. 1981 yılı Mayıs ayında, darbe liderinin emriyle Genelkurmay Eğitim Dairesi’nin oluşturduğu “Din Eğitimi Danışma Kurulu”nun iki günlük görüşmeleri sonucunda anayasada yer alan ifadeler yönünde kararlar alınmıştır. Ancak bu yeterli olmamıştır. Kurul üyelerinden İbrahim Agah Çubukçu ile Neda Armaner, din eğitim ve öğretiminin zorunlu dersler arasına alınmasının laiklik ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bağdaşmadığını ileri sürerek, çoğunluğu aldığı karara muhalefet etmişlerdir.



Darbeyi gerçekleştiren beş generalden oluşan Milli Güvenlik Konseyi’nin Danışma Meclisi öncesinde yaptırdığı bu çalışma, konunun Danışma Meclisi’nde tartışılmasına engel olmamıştır. Anayasa Komisyonu’nun hazırlayıp da 17 Temmuz 1982 tarihinde Danışma Meclisi Başkanlığı’na sunduğu taslakta, din eğitimine aynen 1961 Anayasası’nda olduğu gibi yaklaşılmıştır: “Din eğitimi ve öğretimi devletin denetimi ve gözetimi altında yapılır. Din eğitimi ve öğretimi, ancak kişilerin kendi isteğine; küçüklerin de kanuni temsilcilerinin isteğine bağlıdır.” Milli Güvenlik Konseyi’nin rengini belli etmesiyle Anayasa Komisyonu teklifi geri çekmek zorunda kalmıştır. Önergelerle, Komisyon’un değişiklik teklifi, “Din ve ahlak eğitimi ve öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında zorunlu olup, devletin denetim ve gözetimi altında yapılır. İslam dinine mensup olmayan kişilerin din derslerini takibi isteklerine bağlıdır, azınlıklarla ilgili anlaşma hükümleri saklıdır.” şekline dönüşmüştür. Bunun üzerine yapılan tartışmalarda çok çeşitli öneriler getirilmiştir. Neticede, bir bütün olarak oya sunulan 24. maddenin konumuzla ilgili bölümü şu şekilde olmuştur: “Din ve ahlak eğitim ve öğretimi, ilk ve orta öğretim kurumlarında zorunlu olup, devletin denetim ve gözetimi altında yapılır. İslam dinine mensup olmayan kişilerin din derslerini takibi isteklerine bağlıdır.” Konsey’in gözetim ve denetiminde çalışan Danışma Meclisi, din eğitimi konusunda bu ifadelerden yana karar kılmışsa da son kararı veren yine Konsey’in kendisi olmuş ve tartışılan konuya bugünkü şeklini vermiştir.



Konsey Başkanı Kenan Evren, yıllar sonra, bu dersi zorunlu dersler arasına almakla, hata edip etmedikleri noktasında bir hayli düşündüklerini; fakat, “Laik devlet din konusunda hiçbir şeye karışmaz, ibadet yerleri yapmaz, din adamı yetiştirmez demek değildir. Laik devlet vatandaşlarının kendi inandıkları din içinde, o dini öğrenmeleri, kendi inançlarını uygulamaları için onlara hizmet götürür” düşüncesinden hareketle böyle bir düzenlemede karar kıldıklarını belirtmektedir. Evren, “Dikkat edilecek olursa ‘Din Dersi’ demedik, ‘Din Kültürü’ dedik. Aslında ‘Din Dersi’ de diyebilirdik. Ancak, ilerde bunun istismar edilerek, okullarda abdest alma, namaz kılma zorunluluğu getirmelerinden korktuk” diyerek de örtülü amaçlarını açığa çıkarmıştır (Kenan Evren’in Unutulan Gerçekler adlı kitabı, 1995).



Muhtemelen Evren’in korktuğu şartlar oluşmadı ki, 28 Şubat post-modern darbesine kadar sözkonusu derslere pek dokunulmadı. Daha doğrusu 28 Şubat’a kadar bu derslerden doğrudan yararlanma yoluna gidilmedi; ulus-devletin gereği olarak din eğitiminin rejimin yedeğinde tutulması tercih edildi. Post-modern darbe ile kendini belli eden “zorunlu resmi din” arayışı/dayatması “Din Kültürü”nün kapılarını, daha etkin bir şekilde “Atatürkçülükle İlgili Konular”ın kabulüne açtı. Talim ve Terbiye Kurulu’nun 04 Ağustos 1999 tarihli kararıyla, 1999-2000 öğretim yılından itibaren ilköğretim kurumlarında işlenmesi kararlaştırılan “Atatürkçülükle İlgili Konular’, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” kitaplarına etkin bir şekilde yansıtıldı
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Türkiye’nin Din Eğitimi Süreci
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Türkiye Tasarım

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: 
Konu Dışı & Her Telden
 :: Dinimiz İslâm
-
Buraya geçin: